CultPost Podcast S1B2: Aaahh Belinda: 80’lerden Günümüzde Dönüşen Kültür

Podcasti dinlemek için tıklayabilir, dökümünü aşağıda okuyabilirsiniz: https://spotifyanchor-web.app.link/e/ibrzgfKVtzb

CultPost’un ikinci bölümünden herkese merhabalar. Bugün 11 Nisan 2023, geçtiğimiz hafta Netflix’te yayınlanan Aaahh Belinda filmini yorumlayacağım. 1980’lerden 2020’lere Türkiye’nin kültürel iklimini ele alacağım. Hadi başlayalım.

Geçtiğimiz hafta “Biz Kimden Kaçıyorduk Anne” dizisiyle bu podcastin ilk bölümünü yayınlamıştım. Çok güzel yorumlar aldım, bunlar bana yayınları devam ettirmem noktasında cesaret verdi, herkese çok teşekkür ederim. Bundan sonra da her hafta medya ve popüler kültüre dair yorumlarımı sizlerle paylaşmayı umuyorum. Sizlerin görüşleriniz, eleştirileriniz, yorumlarınız çok önemli; Instagram veya Twitter’dan beni takip edebilir ve görüşlerinizi iletebilirsiniz.

Aaahh Belinda’ya gelecek olursak… Aslında bu podcasti başlatmak için çok iyi bir iki hafta yaşadım diyebilirim. Çünkü ne zamandır aklımda olan bu girişim için motive olup hazırlıklara başlamışken, öncelikle Biz Kimden Kaçıyorduk Anne’yi gördüm. Sonrasında da Aaahh Belinda’nın yayınlanacağını görünce tamamen doğaçlama bir şekilde yayın akışı şekillenmiş oldu. Elbette her hafta Netflix’te yayınlanan bir dizi ya da film analizi yapmayacağım, bu tamamen kendiliğinden gelişti. Ancak Aaahh Belinda üzerine birşeyler söylemesem olmazdı çünkü bu filmin orjinalini uzun yıllar önce izlemiştim ve çok beğenmiştim. Türk sinemasının kült filmlerinden biri olan bu filmin Netflix’te yeniden çekilip yayınlandığını görünce heyecan uyandırdı diyebilirim.

Peki, 1986’da yayınlanan ahh belında nasıl bir filmdi ve ne oldu? Bugün bu karşılaştırma üzerinden gitmek istiyorum. Filmi daha önce izleyen ve beğenen birisi olarak ister istemez bu karşılaştırmayı yapma noktasında kendimi buluyorum. Ayrıca, 1980’li yıllardan 2020’li yıllara geldiğimizde aradan geçen zamanda kültürel, politik ve toplumsal dönüşüme dair birtakım tartışmalar yapmamızı da sağlıyor diye düşünüyorum. Öncelikle filmle alakalı -her iki filmde de geçerli olan- genel bir özet yapalım: Yeni filmdeki adıyla Dilara karakteri, eski filmdeki adıyla Serap, oyunculuk yapan bir kadın, ve Belinda markalı bir şampuanın reklam filminde oynuyor. Reklam filminde oynamayı sorun olarak görüyor çünkü yapmakta olduğu oyunculuk mesleğine göre reklam oyuncusu olmak bayağı bir iş olarak geliyor. Reklamda bir yandan çalışırken, diğer yandan evde yemek yaparak ve çocuk bakarak geçiren bir kadını oynaması bekleniyor. Yani, gerçek Dilara’nın veya Serap’ın yaşamadığı bir hayatta, son derece geleneksel ve erkek-egemen bir kültürün içerisinde bir kadın olmaları gerekiyor. Reklamda bu inandırıcılığı vermeye çalışırken, ki filmin en çarpıcı sahnesi bu, Dilara – Serap, kendisini bu geleneksel alanın içine düşmüş bir şekilde buluyorlar. Banyodan çıkıyorlar ve evli hatta çocuklu olduklarını, bankada çalıştıklarını ve kültürel açıdan son derece geleneksel bir yaşam alanı içerisinde bir kadın olarak varolduklarını fark ediyorlar. Bu süreçteki karşılaşmaları üzerinden bir dizi şaşkınlık ve travma yaşıyorlar, bir şekilde eski hayatlarına geri dönmek istiyorlar ve filmin sonunda kendilerini tekrar reklam stüdyosunda buluyorlar. Dolayısıyla film bize, belirli bir sosyal ve kültürel sermayesi olan, ekonomik bağımsızlığına sahip, erkek-egemen kültürel kalıpların dışında yaşayan bir kadın ile bütün bunlardan nispeten mahrum olan bir başka kadının karşılaştırmasını aktarıyor, bir toplumsal cinsiyet eleştirisi yapıyor. Kadın kimliği kapsamında farklı sınıfsal aidiyetleri keşfetmemizi sağlıyor.

Bu noktada 1980’lere dönerek, Atıf Yılmaz bu filmi nasıl bir kültürel arkplanda çekti, ona bakalım, ve yeni Aaahh Belinda’yla karşılaştıralım. Filmin birbiriyle etkileşerek ilerleyen 2 temel anlatısı var aslında: Kadının toplumdaki rolü üzerinden bir eleştiri ve reklamcılık. 1980’li yıllar 12 Eylül darbesinden sonra tekrar demokrasiye geçilmesiyle birlikte toplumsal alanda bazı gelişmelere sahne oluyor. Bunlardan bir tanesi neo-liberal ekonomiye geçiş, yani ülkenin özelleştirmeler ve ithalatın yaygınlaştırılması gibi yöntemlerle global ekonomiye entegrasyonu. Bu bir tüketim toplumunun inşasını beraberinde getiriyor. Tüketim toplumunun inşasıyla reklamcılık sektörü güçleniyor, yaygınlaşıyor. Bunun bir sonucu olarak da toplumun sürekli tüketimle meşgul olarak apolitikleşmesi gibi bir dönüşüm de yaşanıyor diyebiliriz. 1980 öncesi dönem aşırı politik bir biçimde sağ-sol çatışmalarıyla geçtiği için, 80 sonrasının egemen politik ideolojisi toplumun politik çatışmalar yerine magazinle, eğlenceyle ve tüketimle zaman geçirmesine zemin hazırlamak istiyor bir anlamda. İşte tam burada oldukça çelişkili bir biçimde bazı muhalif hareketlerin de 80 sonrasında gelişmeye başladığını görüyoruz, bunlardan biri belki en çarpıcı olan kadın hakları aktivizmi veya feminist hareket. 1980 öncesinde sağ-sol çatışması içinde görünmez kalan feminist aktivizm, 80 sonrasında sağ-sol kutuplaşmasından bağımsız bir kadın hareketi olarak gelişmeye başlıyor. Tabi ki bu hareket içerisinde daha çok metropollü, orta sınıf, eğitimli ve dolayısıyla belirli bir kültürel ve ekonomik sermayeye sahip olan kadınlar yer alabiliyor. Mesela bu dönemin sembol isimlerinden biri olan Duygu Asena, Kadının Adı Yok – ki Atıf Yılmaz 1987 yılında bunu filme aktarıyor – son derece ikonik bir yazar ve roman. Aslında bütün dünyada etkisini hissettirmekte olan ikinci dalga feminizmin türkiye’e yansıması diyebiliriz. İşte Atıf Yılmaz’ın Aaahh Belinda’sındaki Müjde Ar’ın canlandırdığı Serap karakteri tam olarak bu dönemin bir kadını. Entelektüel, tiyatrocu, sanatla iç içe bir yaşamı var, aydın bir kimliğe sahip, bağımsız, kendi ayakları üzerinde duran bir kadın ve ikinci dalga feminizmin temeli olarak bedensel özgürlüğüne önem veren bir kadın. Orijinal Filmde “Asiye Nasıl Kurtulur” isimli bir oyunu sahneliyorlar, bu oyun aslında gerçek bir metin, hatta Atıf Yılmaz’ın bir diğer filmi. 1986’ta bu fimi çekiyor, Vasıf Öngören’in bir tiyatro oyunu yine Müjde Ar oynuyor, bir seks işçisinin bu mesleğe yönelimindeki toplumsal ve politik arkaplanı eleştiren, erkek-egemen kültür üzerinden kadın bedeninin istismarı, şiddet ve bütün bunları kapatmaya çalışan sözde ahlaki bir sisteme dair derinlikli eleştiriler içeren bir metin.

İşte böyle bir kültürel arkaplanın insanı olan Serap, reklamcılıkla tanışıyor. Reklamcılığın yeni yaygınlaşmaya başladığı bu dönemde yaşadığı bir çelişki var, tiyatro yüksek kültürü temsil ederken, reklam düşük veya popüler kültürü temsil ediyor. Reklamda oynamak sığ ve bayağı bir iş olarak görülüyor. Serap’ın bulunduğu sanat çevresinde böyle algılar var ancak maddi açıdan hayatlarını sürdürebilmek için reklamda oynamayı kabul ediyor. İşte tam olarak buradan yeni Aaahh Belinda’nın Dilara karakterine geçebiliriz. Dilara da aynı şekilde bir oyuncu, “Taksim Tiyatrosu” adli bir mekanda bir gösterileri var, Sezen Aksu’nun bir şarkısıyla sahneye giriyor, ancak bütün bu giriş alternatif bir tiyatro deneyimi yerine, son derece ışılıtılı, parıltılı ve masraflı bir kültürel etkinliği yansıtıyor. Dilara kültür endüstrisinin içinde bir kadın. Hatta çevresi de öyle diyebiliriz. Film boyunca çok fazla seksist küfürler ediyor, bu Serap’ta olmayan bir şey. Belki Dilara’nın dönüşümünde ne kadar dobra birisi olduğu vurgulanmak istenmiştir ancak bence aşırıya kaçılmış. Serap Naciye’ye dönüşürken, Dilara Handan’a dönüşüyor. Bu noktadan itibaren Naciye ve Handan’ı da konuşmak gerekiyor çünkü her ikisi de kendi dönemlerine göre geleneksel toplumsal cinsiyet normlarına maruz kalsalar da, Handan daha “suçlu” bir karakter. Çalıştığı bankanın müdürü ve aynı zamanda enişte rolündeki erkekle gizli bir ilişkisi var, hatta bankadan para sızdırıp kaçma gibi planlarının olduğu anlaşılıyor. Zaten filmin sonunda Handan bu paraları evinde saklı olduğu yerden buluyor ve mecbur kaldığı bu hayatından kaçmak için kullanmak istiyor. Naciye’de böyle bir suçluluk ekseni yok. Naciye ve Handan arasındaki bu major fark, şunu gösteriyor olabilir: Naciye, reklamın steryotipik olarak inşa ettiği ve topluma göstermek istediği “ideal” bir kadın modeliydi, Handan’ın suçluluğu üzerinden aslında reklamda yansıtılan kadınların ideal olmadıkları ortaya konmuş diyebiliriz.

Orijinal filmde Handan karakteri komşusu Feride’yle özellikle akşam saatlerinde oyun provalarına giderken kendisine yardımcı olması için yakın bir dayanışmaya giriyor, yeni dizide Feride karakteri oldukça geri planda. Orijinal filmdeki Asiye Nasıl Kurtulur, yeni filmde yer almıyor, yeni filmde aynı girişte gördüğümüz türden bir gösteriye hazırlandıklarını görüyoruz ve Handan burada kendisine bir rol edinmeye çalışıyor. Asiye Nasıl Kurtulur’un anlatıdan kayboluşu, filmin politik ve kültürel açılardan eleştirel arkplanının da kaybolmasına neden oluyor. Elbetteki bugün böyle bir oyun olmayabilir ancak onun yerine eleştirel bir içeriği olan bir gösteri, şov veya oyun tercih edilebilirdi. Diğer yandan orijinal filmde olan ve yenisinde olmayan bir diğer konu da ekonomik arkaplan; mesela, film boyunca Naciye’nin eşi sürekli gereksiz yanan ışıkları kapatıyor, tutumlu olmaya çalışıyor. Hatta 1980’li yılların geleneksel ailelerinde yer alan kadınların iş gücüne katılımı da ailenin yaşadığı ekonomik sorunlarla ilgili aslında çünkü kadın çalışarak ev ekonomisine katkı yapmak zorunda kalıyor. Yani 1980’lerde neoliberal ekonomiye geçişle yaşanan çalkantılar ve kent yoksulluğunun ortaya çıkışı gibi temalar var. Hatta bir yerde somon muhabbeti oluyor ancak bu daha çok Handan’ın eşinin alışkın olmadığı bir tad olduğu için garipsiyor gibi anlaşılıyor. Diğer bir sahnede Handan temizliğe birinin gelmesini söylüyor ancak günümüzde çok ciddi bir temizlik hizmeti sektörü var ve günümüzün bankada çalışan orta sınıf kadını yaygın bir biçimde evine temizlik hizmeti alıyor zaten. Sonuç olarak filmin eleştirel arkaplanından ciddi bir kayıp söz konusu oluyor, günümüze özgü ekonomik veya toplumsal sorunlara dair bir anlatıya dönüşmüyor. 1980’lerin bahsettiğim kültürel ve ekonomik arka planında özgün bir yerde duran Serap, 2020’lerde Dilara’ya dönüşürken kaybolan önemli bir eleştirellik söz konusu. Oysa bugünün kadın hakları tartışmaları doğrultusunda şekillenen feminist aktivist kadın kimlikleri söz konusu, sanat alanında da böyle kadınlar var, hikaye günümüze adapte edilirken bu tür alternatif temsil ihtimalleri düşünülebilirdi. Kaldı ki şöyle bir detaydan da bahsetmek mümkün: Orijinal filmde Serap filminin sonunda tamamen Naciye’yi içselleştirip kanıksadığı anda reklam setine geri dönüyor. Yani, reklamda inandırıcılığı sağlıyor, toplumun kadına empoze ettiği cinsiyet rolünü kabullendiği ana tanıklık ediyoruz. Dilara ise bir kabulleniş gösteriyor ancak sonrasında yer almak istediği gösterinin bir parçası olamadığını anlayınca elindeki paraları taksim tiyatrosunun çatısından saçarak ve çılgınca dans ederek bir isyan gerçekelştiriyor, anlatı burada sonlanıyor. Yani Serap kadar rolün içine girmiyor ve daha aşı bir karakter olmayı sürdürüyor diyebiliriz.

Yeni filmin tartışmamızı sağladığı bir diğer konu da reklamcılık ile ilgili. Az önce de bahsettim gibi, 1980’ler reklamcılık sektörünün genişlemeye başladığı bir dönem. Bu dönemde televizyonun ve reklamın yaygınlaşmasıyla reklamın toplumsal cinsiyet steryotipleri üretmesi ve bunları kitlelere aktarması da kaçınılmaz oluyor. Film de tam bu noktada reklamın ideolojik işlevini ele alıyor. Ancak günümüze geldiğimizde 1980lerin reklam ortamından bahsetmemiz mümkün değil, hem kültürel hem de teknik olarak. Tamam, halen daha reklamda cinsiyetçi kalıplar üretiliyor ancak “femvertising” yani feminist reklamcılık diye bir akım da var. Kadın-erkek eşitliğine yönelik anlatılar reklamlara daha sıklıkla konu edilebiliyor. Ve de bugün kitleleri etkileyen ve şekillendiren reklamlar, o klasik Belinda şampuan reklamı gibi televizyon reklamları değil, daha çok influencer’lar, kadınlık rolü bağlamında belki insta-mom’lar. Kitleler artık bunları takip ediyorlar ve bu kadınlara dönüştürülmek isteniyorlar. Dolayısıyla 1980’lerin reklamcılık ortamını aynen bugüne aktarmak yerine, 2020’lerin güncel reklam trendleri doğrultusunda bir anlatının kurgulanması daha iyi olabilirdi. Reklam 2020’lere adapte edilemediği için, aslında Dilara da tam oturmuyor çünkü günümüzde oyuncular kültür sektörünün içerisinde daha yaygın biçimlerde var olabiliyorlar ve Serap’ın reklam olgusuna yabancılaştığı kadar reklama yabancılaşmıyorlar.

Sonuç olarak filmin, 1980’lerden günümüze aktarımında bazı kısıtlılıklar söz konusu. Bu bir yandan anlaşılır durum çünkü Atıf Yılmaz gibi bir yönetmen ve Barış Pirhasan gibi bir senaristin elinden çıkmış kült bir filmin günümüzde yeniden çekilmesi oldukça zor ve iddialı bir iş. Kaldı ki, az önce detaylıca değinmeye çalıştığım kültürel arkplanın yanı sıra bir de şöyle bir gerçek var, o da Aaahh Belinda’nın Atıf Yılmaz’ın 80’lerde çektiği diğer kadın anlatılarıyla birlikte değerlendirilmesi gerektiği. Asiye Nasıl Kurtulur, Adı Vasfiye, Kadının Adı Yok, ve hatta 92 yılında çekilen ve birbirini seven iki kadının hikayesini anlatan Düş Gezginleri gibi filmlerin bir durağı Aaahh Belinda. Ben filmi izlerken keyif aldım mı, evet aldım, çünkü orijinal filmi beğenen birisi olarak bu anlatının yeniden gündemimize gelmesi ve aradan geçen bunca zamanın ardından özellikle yeni nesil izleyiciler için bilinir olması bana iyi hissettirdi. Tabi bir yandan da aktarmış olduğum eksi tarafları da düşündürttü. Her film kendi kültürel, ekonomik ve politik koşullarının bir dışavurumudur. Dolayısıyla 2020’lerin türkiyesinin Aaahh Belinda’sı nasıl yapılır, bence hala üçü açık duran ve oldukça geniş bir tartışma gerektiren bir alan bu. Bugünlük bu kadar, zaman ayırıp dinlediğiniz için çok teşekkürler, haftaya yeni bir yayında görüşmek üzere.

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s