CultPost Podcast S1B4: Kesişimsellik: Medya ve Kültürde Farklılıkların Keşfi

Podcast’i dinlemek için tıklayabilir veya dökümünü aşağıda okuyabilirsiniz: https://spotifyanchor-web.app.link/e/B0KGihxXtzb

CultPost’un dördüncü bölümünden herkese merhabalar. Bugün medya ve popüler kültüre dair farklı bir konuyla yeniden karşınızdayım. Başlamadan önce önümüzdeki yayın programıyla ilgili bazı paylaşımlarda bulunmak istedim. Bu podcaste başlamış olduğum 4 Nisan tarihinden beri her hafta Salı günleri sizlerle buluşmaya gayret ediyorum. Biz Kimden Kaçıyorduk Anne dizisi ve Aaahh Belinda filmiyle ilk iki bölümü yayınladıktan sonra, geçen hafta da femvertising, yani feminist reklamcılık üzerine bir tartışma yaptım. Daha önceki yayınlarda da değinmiştim kısaca, podcastlere başlarken programı tam olarak yapılandırmamıştım çünkü popüler kültür çok dinamik bir alan, her an yeni yapımlar, olaylar, gündeme gelebiliyor, bu nedenle yayınlarda farklı ihtimallere açık kapı bırakmak iyi oluyor diye düşünüyorum. Ama bu yayın akışı hiç belli değil anlamına da gelmiyor. 20 Haziran tarihine kadar yayınlara devam etmeyi planlıyorum, sonra bir ara vereceğim ve yeni döneme yani 2. Sezona başlamış olacağım. Bu benim için de oldukça keyifli bir keşif süreci, dinleyicilerle her geçen gün bağlantılarımı güçlendirme, yeni dinleyiciler edinme ve bir tarz yerleştirme süreci, zaten bu deneyimin kendisi benim için oldukça keyifli. Bu arada sosyal medyadan özellikle Instagram’dan yorumlarınız ve önerileriniz için çok teşekkür ederim, izlememi tavsiye ettiğiniz filmleri, dizileri mümkün olduğunca fırsat yaratarak yorumlamaya çalışacağım, bunların önümüzdeki bölümlerde gerçekleştiğini göreceksiniz.

Bugün, geçen hafta yapmış olduğum femvertising tartışmasını ileriye götürerek, kesişimsellik kavramı üzerine konuşmak istiyorum. Geçen haftaki konuşmamın sonlarına doğru kesişimsellik kavramına değinmiştim. Femvertising’i, yani reklamda feminizmin kullanılmasını yeterli bulmuyoruz, sorunlu buluyoruz, eleştirel açıdan yaklaşıyoruz bu konuya ve feminizmin bir pazarlama aracı haline getirilmesi konusunda çekincelerimiz var demiştik. Buna çözüm olarak da kesişimselliğe işaret ettik. 1980’lerin sonunda 1990’ların başında ortaya çıkan bir kavram kesişimsellik, İngilizce’de “intersectionality”. Geçtiğimiz 30 yıl içinde giderek daha fazla etkinlik sağlamaya başladı ve bu kavramı günümüzde medya ve hatta pazarlamada dahi kullanır hale geldik. Kesişimsel Feminizm diye bir akım var, kesişimsel pazarlama ve kesişimsel reklamcılık kavramları var. Dünyada markalar giderek daha fazla kesişimsel reklamlar yapmaya çalışıyorlar, kesişimsellik halen daha ana akım değil ancak tüketim söylemine kadar inmiş durumda. Medyada, gazetecilikte, sinemada kesişimsellik konusu yaygın bir şekilde tartışılmaya başlanıyor, sinema ve kesişimsellik, kesişimsel gazetecilik, şu an çalışılmakta olan güncel konular, bu konularda çok fazla makalenin yayınlandığını görebilirsiniz. Peki, kesişimsellik nedir, neden bu kadar revaçta, neden bu tartışmaları yapmaya başladık ve bugüne kadar geldik, bunları biraz açmaya çalışalım.

Bu bizim için çok yararlı olacağına inandığım bir tartışma çünkü benim de gündelik hayatımda çok kullandığım bir kavram, mesela, bir film izlediğiniz zaman burada çok kesişimsel bir anlatı var, diyebilirsiniz. Veya yeterince kesişimsel değil diyebilirsiniz. Bir reklam, kesişimsel olabilir veya yeterince kesişimsel olmayabilir gibi… Bu podcast süresince de muhtemelen medyadan çeşitli konuları irdelerken hani bu anlatı çok kesişimsel olmuş filan diyebilirim, dolayısıyla bunu neden böyle dediğimizi şöyle bir ortaya koyalım.

Başlarken şunu belirtmek lazım, kesişimsellik teorisi feminist akademinin önerdiği bir kavram. Feminizmden çıkıyor yani. Feminist akademisyen Kimberlé Crenshaw’un 1989 yılında yayınladığı bir makeyle bu tartışmalar başlıyor. “Demargınalızing the İntersection of Race and Sex: A black Feminist Critique of Anti-discrimination Doctrine, Feminist Theory and Antiracist Politics”. Crenshaw black feminizmin bir temsilcisi. Kendisi siyah bir kadın olarak bu hareketin içerisinde yer alıyor. Ancak kendisini feminist olarak tanımlamakla birlikte 1980’li yıllardaki egemen olan feminizmi eleştiriyor. Egemen olan feminizm nedir peki? 2. Dalga feminizmin 1960’lardan itibaren oluşturduğu bir akım var. Amerikan toplumundan bahsediyoruz, feminizmin içinde yer alan, aktivistler akademisyenlerin önemli bir kısmı şehirli, orta sınıf, eğitimli ve beyaz ailelerden geliyor. Dolayısıyla kadınların mağduriyetlerini anlatırken, birtakım taleplerde bulunurken, kendi mağduriyetlerinden ve taleplerinden yola çıkıyorlar. Mesela, en önemli sorunlardan bir tanesi kadının bedensel hakları ve cinsel özgürlükler. Taciz, tecavüz gibi sorunlar, evsel alandaki şiddet, kürtaj hakkı mücadelesi gibi. Bunlar değersiz mi, hayır değil, çok önemli aksine, bir şeyi dikkatten kaçırıyor, o da şu, bu sorunlar ve talepler tüm kadınlara genelliyor, tüm kadınların en öncelikli sorunlarıymış gibi gözükmeye başlıyor. Yani, feminizmin alanını ve yol haritasını, beyaz, orta sınıf kadınlar belirliyor. Crenshaw da diyor ki burada bir sorun var, peki siyah kadınlar ne olacak? Siyah kadınların kendilerine özgü sorunları var. Tamam bedensel haklar bütün kadınlar için geçerli, bunları yok saymıyoruz ama siyah kadınların mücadele gerektiren daha spesifik sorunlarını görmemiz gerekiyor. Siyah kadınları beyaz kadınlardan ayıran en önemli sorun nedir? Sınıf meselesi, yani yoksulluk sorunu. Beyaz kadınlar daha fazla eğitim alabiliyor, çünkü hayatları boyunca ırkçı engellere maruz kalmıyorlar, kendilerinden önceki nesilden insanlar da kalmamışlar, dolayısıyla onlara ekonomik ve sosyal imkanlar bırakabilmişler. Ama siyah kadınlar öyle değil. Amerikada eşitlik mücadelesi 60’larda 70’lerde devam ediyor, bugün bile 2020’li yıllarda Black Lives Matter diye bir aktivizmden söz ediyoruz. İşte bu nokada Crenshaw şöyle bir formu ortaya koyuyor, toplumsal cinsiyetin yanı kadınlığın, ırkla yani siyahlıkla kesişimi, beraberinde yoksulluğu getiriyor. Sonuçta elimizde kesişen farklı kimlik kategorileri var, toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf kesişerek siyah kadınların toplumdaki mağduriyetlerini meydana getiriyor diyoruz.

Kesişimsel bir analiz, yaklaşım nedir? Bir kadının toplumdaki kadınlık deneyimini anlamaya çalışırken, onun kadınlık dışındaki aidiyetlerine da bakıyoruz. Crenshaw’un önerdiği biçimiyle sınıfsal ve etnik aidiyetine. Bir kadın bu aidiyetlerinden ileri gelen hangi avantajlara sahiptir, veya dezavantajları mağduriyetleri yaşamaktadır, buna odaklanıyoruz. Crenshaw’un anlattığı biçimiyle siyah feminizm’den çıkan bir tartışma bu, 1990’lı ve 2000’li yıllardan günümüze gelirken, sadece toplumsal cinsiyet, sınıf ve ırk temelli olarak kalmıyor, kesişimselliğin alanı genişliyor. Çünkü bir insanın toplumdaki deneyimini sadece bunlar oluşturmuyor, bunların dışında öneml kategoriler var, mesela, cinsel yönelim, dini inanç, sadece ırktan veya etnisiteden bağımsız herhangi bir kültürel kimlik, yaşam tarzı, görünüm, bedensel durum (engellilik), yaş (yine son derece önemli bir kategori, özellikle kadınlar için, yaşlı kadınların pek fazla dile getirilmeyen önemli sorunları var), bütün bu kategorilerin kesişimini alıyoruz aslında bir insanın toplumu nasıl deneyimlediğini anlamak için. Bu yaklaşım 1990’lardan itibaren feminizmi çok daha kapsayıcı ve çoğulcu hale getiriyor. Crenshaw’un temel olarak yaptığı şey bu zaten, feminizmi içerden eleştirmek. 1990’lardan itibaren özellikle feminizm, dinamik bir hareket, durağan sabit bir hareket değil. Mesela Türkiye özelinde de bakacak olursak 1990’lı yıllara kadar feminizmin ağrılıklı olarak ABD’deki gibi şehirli, Türk, orta sınıf, beyaz (yani sınıfsal açıdan avantajlı) ve seküler kadın hareketi olduğunu görüyoruz. Ancak bu böyle kalmıyor, 1990’larla birlikte sınıfsal kadın hareketleri ortaya çıkıyor, işçi sınıfı hareketi kadın hareketine ekleniyor, veya Alevilik, Kürtlük gibi kimlikler üzerinden kadın kimliği politize olmaya başlıyor, din ve toplumsal cinsiyetin kesişimselliğini tartışan İslami feminizmler gündeme geliyor veya heteroseksüellik dışında cinsel yönelimlere sahip kadınların deneyimleri görünürlük kazanıyor, hatta belki önümüzdeki yayınlardan birinin konusu olabilir, erkeklikler de gündeme gelmeye başlıyor. Çünkü erkeklik de bir aidyet kategorisi ve erkekler arasında da sınıfsal, cinsel, kültürel, ırksal, görünümsel, bedensel farklıklar var, dolayısıyla feminizmin kendisi çok daha kapsayıcı, çok özneli ve çoğulcu bir harekete evriliyor diyebiliriz.

Bütün bu yaklaşımlar üzerinden konuyu medyaya getirecek olursak… Şunu soruyoruz, medyada, sinemada, reklamda, haberde, karşılaştığımız anlatı her neyse, burada kesişimsel bir yaklaşım mevcut mu? Yani farklı kimlikler, aidiyetler, bunların neden olabileceği avantajlar, dezavantajlar ele alınıyor mu? Yoksa büyük ölçüde homojen, genellenebilir, steryotipik bir takım temsiller mi yapılıyor? Mesela, Aaahh Belinda fimini analiz etmiştim, kesişimsel bir anlatı mıdır? Tabi bunun tek bir kesin cevabı yok, tartışmaya açıktır ancak bence yeterince kesimsel bir anlatı değildir. Aslında senaryo kesişimsel analize çok açık çünkü reklam olgusu üzerinden 2 farklı kadınlık deneyimine ışık tutmaya çalışıyorsunuz. Ve bu kadınlar, kadın olmaları ortaklığı dışında farklılar, sınıfsal açıdan ve aynı zamanda seküler ve onun karşısında muhafazakar kimlik açısından, ama sorun şu ki film muhafazarlık ve sınıfsallık açısından kadın deneyiminin toplumda nasıl farklılaştığını yeterince belirgin bir biçimde ortaya koyamıyor. Mesela, Aaahh Belinda’da temsil edilmeye çalışılan muhfazakarlıkla (ki eski film için de bu geçerli), toplumumuzda muhafazakar bir kültürde yaşan kadın deneyimi tam karşılanamıyor. Zaten muhafazarlık dediğimiz kavramın içinde bile farklı muhfazakarlıklar var, seküler alanda da üretileni var, İslami yaşam tarzında da var, yani muhfazakarlığın kendisi bile kendi içinde kompleks bir şekilde ele alınması gereken bir alan. Kesişimsel anlatılar sinemada veya dizide hiç yok mu? Kesinlikle var, mesela Yeşim Ustaoğlu’nun 2016 yapımı filmi Tereddüt, birbirinden farklı iki kadının hikayesini anlatırken, kadınlar arasındaki sekülerlik-muhfazakarlık ikiliğini, İstanbulluluk – taşralılık, alt sınıf – orta sınıf aidiyeti gibi çatışmaları incelikle konu ediniyor. Yine, 2020 yılında Berkun Oya’nın yönetmenliğinde yayınlanan Bir Başkadır, muhfazakar seküler, Türk Kürt, alt sınıf, orta sınıf, hatta engellilik gibi erkeklerin ve özellikle kadınların içinde farklılaşan kimliksel deneyimleri konu ediniyor. Reklama bakacak olursak da kesişimsellik derken sadece kadınlar güçlüdür anlatısını kastetmiyoruz. Femvertising, bizim için kesişimsellik demek değil. Bir reklamda farklı sınıflardan, yaşlardan, görünümlerden, bedensel özelliklerden, dinlerden, cinsel kimliklerden kadınlar görebiliyorsak, işte burada kesişimsellikten bahsedebiliriz. Örnek olarak Dove’un gerçek güzellik kapmaynasını verebiliriz. Bu kampanyada Dove’un reklam afişlerinde, farklı yaşlardan, farklı ırklardan, farklı görünümlerden kadınları öne çıkardığını bu şekilde herkesin güzel olduğuna dair kapsayıcı bir mesaj kurguladığını görüyoruz. Bir diğer başarılı örnek olarak Apple’ın 2017 yılında yayınlanan “Inclusion & Diversity” başlıklı reklam filmi verilebilir. Bu videosuyla da Apple kesişimsel bir pazarlama mesajı ve kurum kimliği oluşturuyor diyebiliriz çünkü çalışanları üzerinden ne kadar farklı kimliklerden insanların herhangi bir önyargı olmaksızın bir araya gelebildiğini ve beraber değer üretebildiğini gösteriyor. Kesişimsellik pazarlama açısından son derece önemli çünkü markaların hedef kitlelerindeki farklılıkları görebilmelerine, sadece kadın veya erkek diye bakmamalarına, kesişen alt kimlikleri keşfetmelerine ve bu farklılıklara dair mesajlar üretmelerine imkan tanıyor ki bu sayede bu mesajlarla karşılaşan insanlar, markaların gerçekten kendilerini yansıttığını ve farkında olduğunu görerek bu markalarla daha sahici ve kalıcı ilişkiler kurgulayabiliyorlar.

Evet, bugün kesişimsellik kavramını sizlere yorumlamaya çalıştım, gördüğünüz gibi çok farklı tartışmaları beraberinde getirebilecek, zengin bir olgu kesişimsellik. Dolayısıyal sadece bi bölümle alakalı olmayacak, önümüzdeki bölümlerde de sık sık bu kavrama değindiğimi ve popüler kültür analizlerinde bu kavramı kullandığımı muhtemelen göreceksiniz. CultPost’un bir bölümünün daha sonuna geldik, dinlediğiniz için çok teşekkürler, önümüzdeki hafta Salı günü tekrar buluşmak dileğiyle, sevgiler.

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s